16 Eylül 2009 Çarşamba

ONLARI UNUTMAYALIM

Resimlerin hepsini buradan görebilirsiniz.Başakşehir ve Çatalca Hayvan Barınaklarında ki görüntüler insanın içini acıtıyor.Gönüllülerin desteği ile kurtulanların çoğu Yedikule Hayvan Barınağına taşınmış.Yedikule Hayvan Barınağı zaten yeteri kadar dolu idi ama Barınak Gönüllüsü sevgili Meral Olcay onlara kapılarını açmış.Yardıma ihtiyaçları var...Kimseden para filan talep edilmiyor...1 paket makarna bile minik bir köpeğin karnını doyuracaktır. Barınağın ihtiyaçları;

SÜT-BİSKÜVİ -KEDİ YAŞ VE KURU MAMASI-KEDİ KUMU-KÖPEK KURU VE YAŞ MAMASI -MAKARNA
2LİK -5LİK ENJEKTÖR-CEFADEY AMP 1GR-CEFAZOL AMP 1 GR-AMPİSİD AMP-TETRADOKS TB-İESİLİN 800 İÜ-EPARGRİSEVİT AMP-DELTAKORTİL TB-FAMODİN TB-ASİST TB-BETADİN SOLÜSYON 1LT-TRANSAMİN AMP-ULCRAN AMP-LİBAVİT K AMP-BEPANTEN AMP-BEPANTEN MERHEM-İMMUNEKS TB-KAĞIT HAVLU,KOKULU YÜZEY TEMİZLEYİCİ,BULAŞIK DETARJANI,DOMESTOS ÇAMAŞIR SUYU,CİFPLASTİK ÇÖP KOVASI VE ARABASI (YEMEK ARTIKLARI TOPLAMAK İÇİN VE YEMEK DAĞITIMI İÇİN )KULUBE


Migros Sanal Market adı ile hizmet veren kangurum.com barınaklara yardım etmek isteyenler için en güvenilir adres.Sitelerinde ki yazıyı aynen taşımak istedim buraya;

Can Dostlarımız...Sokaklarda yaşayan aç ve çaresiz hayvanlar için kurulan hayvan barınakları, kedi ve köpekler için birer umut yuvası... Ancak bu barınakların da bu yardıma devam edebilmeleri için sizlerin maddi desteğine ihtiyaçları var. Migros Sanal Market güvencesiyle Türkiye'nin dört bir yanındaki hayvan barınaklarına yardım edebilir, küçük bir yardımla büyük bir dünya yaratabilirsiniz. Küçük dostlarımızın tek ihtiyacı mama değil. Deterjandan süte, çamaşır suyundan ekmeğe, diş bisküvisinden tuvalet kumuna kadar birçok eksik için hayvanseverlerin desteğini bekliyorlar. Yalnızca sevmekle yetinmeyin. Siz de destek verin.

15 Eylül 2009 Salı

Yılın annesi

Bu ünvanı hak etti çünkü.Sadece kendi bebeklerine değil annesiz kalmış 2 minik yavruya da sahip çıktı.İlk evlatlığımızı aldıktan 1 hafa sonra getirdiler ikincisini.

Sanırım ilk evlatlığımızın kardeşi çünkü birbirlerine çok hem de çok benziyorlar.Ben bile artık karıştırıyorum.Hangisi ilk gelmişti, hangisi ikincisi?Şirin önce onu kabul etmediği gibi kendi yavrularının yanına koyduğumuz için yavrularını da emzirmedi saatlerce.Açlık bir tek insana mahsus bir şey değil ve bu yavrucak da öylesine açtı ki uykusunda kendi patisini emiyordu.Uzun hem de çok uzun bekleyişten sonra(ki yaklaşık 6 saat) Şirin'in yanına gittiğimde bebeklerin uyuduğu kutunun dışında onları seyrediyordu.Beni görünce bacaklarıma sürtünmeye başladı ve ona "git Şirin yanımdan,ayıp değil mi senin yaptığın,ne olur sanki sütünle onu da doyursan"dedim.Bunu yazarken bile o anı tekrar yaşıyorum.Şirin bu sözlerimi anlamış gibi yüzüme baktı ve kutusuna girerek yeni gelen evlatlığı yalamaya başladı.Sonra da kıvrılarak göğsünü bulabilmesi için ona yardımcı oldu.:)Canım kızım benim...ne güzel bir annesin sen.

Şirin'in kendi yavruları ise tam 1 aylık oldular.Artık bizi tanıyor ve kendi aralarında öyle güzel oyunlar oynuyorlar ki.

Saatlerce seyredebilirim onları...güzelliklerini

ve tabii ki yaramazlıklarını:)


8 Eylül 2009 Salı

Dul ya da Bekar olmak!Hem de Türkiye'de!!!!!

Bu nazar boncuğu, dün tesadüfen keşfettiğim blog sahibi ve henüz doğmamış bebeği için...Öyle keyifli öyle güzel ki annenin doğmamış bebeğine yazdıkları...hele bebişin ultrason resmi...Gönülden;sağlıklı bir hamilelik,sağlıklı bir bebek ve kolay bir doğum diliyorum onlar için...


Evlilik,çocuk doğurmak öylesine uzak ki benim için...Bunu sadece bir kere düşündüm ve son oldu zaten.Hele müstakbel damat adayının "henüz erken" diyerek kendi bebeğini kabul etmemesinden sonra bu düşünceye tamamen kapattım kendimi.(zaten bundan sonrasında da nişanı hemen attım)Bir müddet bebeğimi tek başıma doğurabilme ve yetiştirme düşünceleri gidip geldi beynimde ama babasızlığın ne demek olduğunu çok çok iyi bildiğim için vazgeçtim...Türkiye...Halen bunun zorluklarını yaşadığım anlar oluyor.Ben bu duruma çoktan alıştım,benimsedim ama maalesef yaşadığımız ülkede bu durumu benimsemeyen okadar geniş bir kesim var ki...İster şehirin en lüx semtinde yaşayın isterse köyde...hiç farketmiyor...kafalar benzer kafalar!!!Çoğu zaman insanların ikiyüzlülükleri midemi bulandırıyor.


Örneğin; benim burada ki arkadaşlarımın çoğu çocukluk arkadaşlarım...Çocukluğumun her yazı Erdek'te geçti ve sonrasında yani annem emekli olduktan sonra buraya yerleşti...iki yıl önce de ben...ama mesela çocukluk arkadaşlarım yanlarında kocaları var ise benimle muhattap olmazlar...e neme lazım, ben bekar bir insanım ve hatta onlara göre aranıyor da olabilirim:)Erkek arkadaşlarım ise eşlerinin ya da kız arkadaşlarının yanında tamamen "tanımıyorum" pozisyonlarına girerler ama yalnızken karşılaştıklarında birden bire değişiverirler.Çoğunun kafasında ki düşünce aynıdır "götürürmüyüm acaba".Hııı nereye güzelim,nereye götürürsün...bende hazır,amade seni bekliyordum :)Hepsi gözüme çok çok komik gözüküyorlar...

Sonra oturduğunuz apartmanda da size tuhaf bakanlar çıkabilir.İstanbul'da bir müddet 3 kız arkadaş birlikte oturuyorduk ki oturduğumuz semtte iyi bir semtti.3 kız arkadaşta çok çok iyi işyerlerinde çalışıyorduk ve çokta iyi anlaşıyorduk.Sırf apartman girişindeki zilimize Özlem-Ayten-Dilek yazdığımız için kapımıza o gece "Fuhuş" ihbarı ile polis gelmişti.Kapıyı açtığımız zaman gördüğümüz manzara hem çok komik hemde çok şaşırtıcı idi...2 tane polis,polisin arkasında apartmanda yaşayan komşularımızın kocaları ve onların arkasında da merdivene kadar sıralanmış sevgili karıları:)Hele bir amcamın söylediklerini hiç unutamayacağım...Ben o dönemde çok iyi bir Reklam Firmasın'da "müşteri temsilcisi" olarak çalışıyordum ve üzerime zimmetlenen araç arızalı olduğundan dolayı yaklaşık 10 gün boyunca Şirkette ki hangi araç boşta ise onun ile gelmişdim evime...e amcam da boş durmamış ve her aracın plakasını not etmiş.Ogün liste halinde polise uzatmıştı:)

Ha bir de gündemi değiştirmek için size bok atanlar çıkabilir...Bunu özellikle de hem cinslerimiz yaparlar...Özel ya da evlilik yaşamları ile ilgili bir haber çıktı ise ve üstelik bu haberde gerçeklik payı çok çok fazla ise konuyu,gündemi değiştirmek ve unutulmak için size bok atarlar ve bunuda çok iyi başarırlar.Öyle ya;başınızda baba,ağabey,eş... yok.Dolayısı ile ne derlerse haktır.Kızı bekar anası dul...al birini vur ötekine...

Erdek'e ilk geldiğim zaman hakkımda çok komik bir dedikodu çıkmış idi:)Şöyle ki;ben aslında İstanbul'da evlenmişim ve ayrılıp Erdek'e annemin yanına dönmüşüm ancak boşanma davam henüz bitmemiş çünkü eşimden çok yüklü bir tazminat istiyormuşum ve arasıra İstanbul'a gitmemin sebebide işte buymuş:)Buna benzer bir dedikodu İstanbul'da yaşarken de çıkmıştı ya...Büyükçekmece/Gürpınar'da çok keyifli bir eve taşınmıştım...Köykent Sitesi diye geçiyordu burası ve çok güzel bir site idi...Gerçi daha sonrasın da burada oturan insanlar beni tanımış ve aralarına kabul etmişti ama ilk zamanlar çok sıkıntılı günler yaşamış,dedikodu ve hatta iftira ile karşılaşmıştım...

Ha bazen şöyle de olabiliyor;Hani başımızda erkek yok ,baba yok,koca yok ya...e birde evde bol kedi ve köpek ile yaşıyorsanız..."ayyy yazık evde kalmanın sonuçları bunlar":) düşüncesi ile size "zavallı kızkurusu" muamelesi yapan,işi-gücü bırakıp size koca arayan tipler de çıkabiliyor:)"Ulem ben böyle çok mutluyum,özgürlüğümü seviyorum" diye avazınız çıktığı kadar bağıracak olsanızda onlar bunu kendilerine bir görev edinerek size müstakbel koca adayları aramaya devam ederler.Şimdiler de başımda böyle bir dert var ve artık kendisini görmemek için yolumu değiştirmek zorunda kalıyorum.

Amaaannn neden ben bu konulara girdim ki şimdi...Aslında tüm bunları yazmamın ve rahatlamaya çalışmamın sebebi aynı apartmanda ki komşumuzun bizi rahatsız etmesi ve bu durumun şiddete kadar ilerlemiş olması...evet evet "ŞİDDET"ten bahsediyorum.


Önce camımızın önüne koyduğumuz masa ve sandalyelerimiz parçalandı ve aynı gün hakaret,tehdit ve şiddete yönelik saldırıya maruz kaldım,sonra bahçemize zehir atarak köpeklerimizi öldürmekle tehdit edildik ve sonrasın da apartman içinde sıkıştırılarak yumrukla darp'a maruz kaldım...Darp sonunda burnum kırıldı ve yüzümde ciddi bir yara izi leke kaldı...2 genç çocuk görmüş ve polis çağırmışlar.Polisler geldiğinde her yerim kan içindeydi...Bu ayın sonunda önce "tehdit,hakaret ve mala zarar vermekten" dolayı ilk mahkememiz,sonrasın da ise "darp"tan dolayı ikinci mahkememiz var.

işte bu beni strese sokuyor ve isyan ettiriyor...Tüm bunları yaşamamın tek sebebi ise yeni aldığımız dairenin hemen yanında bu insanlara ait foseptik'in bulunması ve bundan dolayı annemin bu insanları önce zabıtaya sonrasında da mahkemeye vermesi.İşin komik tarafı ki; kendimi asla haklı çıkarmaya çalışmıyorum ama beni bilen bilir...Ne tartışmaktan ne de kavga etmekten hoşlanırım ki kavga etmeyi de bilmem zaten...Karşımda yüksek sesle konuşan,bağıran-çağıran biri olursa sinirlerim boşalır hemen...Zaten anlatamazsın ki kendini karşındakine o an,seni duymaz bile...o yüzden de "bu konuyu sonra konuşuruz" der ve döner arkamı giderim. Çözümü her zaman konuşmakta ararım ve bu komşulukta da hep köprü olmaya çalıştım.Biri annem diğeri ise 60 yaşında üstelik 2 yıl önce çocuğunu trafik kazasında kaybetmiş bir baba...Ancak gerçek olan birşey var ki bu insanlar yani bu adam ve eşi geldiğimiz ilk günden bu yana bizi çok hemde çok rahatsız ettiler...dedikoduları ile,iftiraları ile...Beni en çok üzen karakol da kendisini "ya beni sev ya beni döv" diyerek tahrik ettiğimi söylemiş olması ve bunu oturduğumuz sokakta bulunan diğer komşularımıza da yayması.Dedim ya;bu Ülke'de başınızda ağabey,baba,eş...gibi erkek modeli yok ise size bok atmak kolaydır.Polislerin bi sırtını sıvazlamaları kalmıştı oysa bu durumu bir başka Ülke'de yaşamış olsaydım,bu adam hemen oracıkta nezarete atılmıştı.Ama burası benim Ülke'm ve ben bu Ülke'den çoktan ümidimi kestim...Daha ilk olayda yani bu adam eşyalarımızı parçaladığı ve aynı gün üzerime yürüdüğünde,ileri de yapabileceklerinin ilk sinyalini vermiş ben de kendimi,ailemi koruyabilmek adına savcılığa gidip "Can güvenliğimden endişe duymaktayım" diye dilekçe vermiş olmama rağmen dilekçem Savcı tarafından kabul edilmemiş ve gerekçe olarak yüzüme karşı "ne yapacağız?koruma mı tutalım sana" diyerek abuk bir cevap verilmişti.

İki ucu boklu değnek...mahkemeye çıkıp "ben şikayetçiyim ve asla şikayetimden geri dönmeyeceğim"dersem ahhh aynı apartmanda oturuyoruz ve üstelik evime girebilmek için bu kişilerin kapısının önünden geçmek zorundayım.Bugün bunu yaptı ise ileride daha da kötüsünü yapabilir,Allah Korusun anneme zarar verebilir ki böyle bir durumda annemi kaybedeceğim kesindir.Çünkü yüksek tansiyon hastası ve bunu düşündüğümde hep "iyi ki bana zarar vermiş" diyerek şükrediyorum.Öte yanda;sırf bunları düşünerek "ben vazgeçtim,affediyorum" diyecek olursam...nasıl affedebilirim ki???Tam da sevgili arkadaşım,biricik meleğim bu konu üzerine bir CD çıkarmışken,cuk oturdu yaşadıklarım üzerine hissettiklerim.Affetmek ama nasıl ve nereye kadar????Bazen sadece iki yüzlülerden değil,erkeklerden de iğreniyorum.Kafaları ya iki bacak arasına çalışır ya da şiddete.Ama kıçları şıkıştı mı kaçacak delik ararlar....bilekleri kuvvetlidir çoğunun ama yüreklerine ve beyinlerine bakacak olursanız kocaman sıfırdırlar...Hele bazıları kollarını yana aça aça kabadayıvari yürürler,sokak ortasında elin karısının kızının gözünün içine baka baka uzuvlarını kaşımaktan utanmaz ama konu kendi karıları ya da kızları olduğunda dünyayı ayağa kaldırırlar,ciğerlerinde ki tüm pislikleri iğrenirmisin,iğrenmezmisin diye düşünmeden sokak ortasına fırlatıverirler ve tüm bunları "Erkeklik" göstergesi olarak sergilerler....Hay sizin erkekliğinize...

İşte böyle zamanlarda isyan ediyorum...iyi ki seni doğurmamışım .Özürdilerim...çok özürdilerim....ama bu senin için en doğrusu idi.Çok üzgünüm.

6 Eylül 2009 Pazar

Çiçeklerin Dünyası

Konu kitaplardan çiçeklere dönmüştü ya,bu yıl bende bahçemi güzelleştirebilmek için oldukça çaba gösterdim;

Evimiz bahçe katı ve yaklaşık 15-20 m2 bahçemiz var.Evin bizden önceki sahibi yazlıkçı olduğundan dolayı yeteri kadar ilgi gösterememiş bahçeye ve bende tüm kış bahçemizi güzelleştirebilmek için planlar yaptım.İlk planım bahçemizi çim ile yeşillendirmek idi ve internet'te yaptığım araştırmalara istinaden Nisan ayın'da çimlik alan için gerekli tüm malzemelerimi alarak işe koyuldum.Zor hem de çok zordu.Önce toprağı belledim ki daha önce bunu hiç yapmamıştım ama burada zeytinlikleri olanlar bu işleri çok iyi biliyorlar ve nasıl bellememem gerektiği konusunda bilgilerini paylaştılar benimle.Ancak bahçenin toprağı daha önce hiç bellenmemişti ve dolayısı ile taş gibiydi.Gerçekten çok zormuş ve günlerce ağrılar içinde kıvrandım.Belleme işi bittikten sonra mil,toprak,gübre karışımını bahçeye eşit şekilde yaydım ve sonrasında da çim tohumlarını serptim.Çim tohumlarını serptikten sonra da tekrar toprak ile kapatarak hergün düzenli olarak suladım.Çimlerim çıktı çıkmasına ama serpme işlemini yanlış yaptığımdan dolayı yamalı oldu.Kimi yer çim kimi yer toprak.Sonrasında da hevesim kaçtı ve olduğu hali ile bıraktım.Gerçi çok kötü durmuyorlar ama bence işi bilen iyi bir bahçevanın el atması gerekiyor.Artık kabul ediyorum;her işin bir ustası varmış.

Seralar'dan çeşit çeşit çiçekler aldım.Begonviller,melisalar,gardenyalar,mineler...Önceleri aldığım çiçekleri bahçeye ektim ancak anladığım kadarı ile toprak çok verimli değil ve baktım çiçeklerim solmaya başladı bende saksı ile devam edip çimsiz kalan alanlara yerleştirdim.Birde şu ablamı yerleştirdim...tamam oldu işte:)

Yalnız seralardan aldığım çiçeklerin bazıları ya bahçeyi,yeni alanlarını sevmediler ya da bu seracılar çiçekler güzel gözüksün diye bir şeyler yapıyorlar ya da evet kabul ediyorum ben acemiyim.Çiçekler ile, toprak ile uğraşmak benim için çok yeni ve bundan dolayı da yanlışlarım oluyor elbette..

Bahçe ile uğraşmaktan,çiçeklerin dünyasına girmekten çok keyif aldım ve bunun öyle basit,kolay bir şey olmadığını da öğrendim.Örneğin; benim çiçekleri sulama yöntemim tamamen yanlışmış ya da her çiçek her yerde büyümezmiş.Bu konuda bloglardan yararlandığım gibi aylık çıkan "EvBahçe" dergisinden de çok yararlanıyorum ve bu ayki sayıda yer alan bilgilerin birkaçını paylaşmak istedim...Ben bu hataların tümünü yaptım valla ama artık akıllandım:))
  1. Sardunyaları sularken bitkinin yaprak ve dallarının ıslanmaması gerekiyor.Çünkü Sardunyalar,bakteriyel hastalıklara karşı oldukça hassastır.
  2. Güllerinizin devamlı olarak açmalarını istiyorsanız,üzerlerine solmuş çiçekler bırakma hatasına düşmeyin.
  3. Gazete kağıtlarını atmayın.Gazete kağıtlarınızı organik gübre yapımında kullanabilirsiniz.
  4. Çimlerinizi akşam saatlerinde sulamayın.En iyi sulama öğlen vakti yapılan sulamadır.
  5. Bitki alanlarındaki toprak yüzeyleri açıkta bırakmayın.Bu alanları açıkta bırakırsanız güneş onları kurutur;bu da,daha fazla su harcamanıza neden olur.
  6. Olgunlaşmamış organik gübreleri kullanmayın.Olgunlaşmış gübre,kokusuz toz halinde kahverengi ya da siyah renkte olur.

Daha 20 tane madde var ve hepsi birbirinden değerli bilgiler.Bir de dipnot;bu yakınlarda yapı marketlerden birine gidecek olursanız eğer Eylül'e aşık "Fener Çiçeği" tohumundan alın bahçeniz için.Erdek'te böyle bir imkanımız yok maalesef...

Bu arada ben bu yazıyı yazarken burnuma, buram buram, mis gibi melisalarımın kokusu geliyor.Hayvanseverler iyi bilirler bu duyguyu;kedilerim-köpeklerim benim evlatlarımdır.Şimdi ise çiçeklerim...Açtıkları zaman seviniyor,soldukları zaman üzülüyorum.İhşallah,ihşallah bu yıl iyi bir bahçevan bulup, bahçemi sıfırdan yaptırtacak sonra da İstanbul'a gelip tüm yapı marketlerini dolaşacağım...Ben yeniyıl dileğimi şimdiden tuttum.:)



Dip : Siz de toprağınızın çok kaliteli olmadığını düşünüyorsanız,bu yazıyı okumanızı tavsiye ederim.

3 Eylül 2009 Perşembe

Konu karıştı...başlık bulamadım:)


"Hobilerimin arasında kitap okumak,..."gibi basit değildir kitaplarım ile olan yoldaşlığım.İstanbul'dan ayrılırken getirdiklerim; sadece can dostum köpeğim,kıyafetlerim ve kitaplarım idi ve hatta bir tek bavula sığdıramadığım için koca bir koli yapmış ve kargo ile yollamak zorunda kalmıştım.Onun dışında ki herşeyi,hem de herşeyi benim için önemsiz,değersiz olduğu için ihtiyacı olan insanlara dağıtmayı tercih etmiştim...Ne önemi vardı ki beyaz eşya'nın,çalışır tekrar alırdım yada ne önemi vardı koltuk takımı'nın,yatak odası takımı'nın...belki çok çok daha iyisini alırdım ama kitap öyle mi?Robin Sharma'nın "Ermiş,Sörfçü ve Patron" adlı kitabında ki şu paragraf kitaplarıma olan bağlılığımı çok daha net ifade etmemi sağlayacaktır...
"Bir kitapta okuduğun bir fikir hayatını değiştirme gücüne sahiptir.İşin püf noktası o tek fikrin hangi kitapta olduğunu bilmiyor oluşumuz..."

Çalıştığım Otel'de haftalık iznim yok idi ki Erdek'te hizmet veren Oteller sezonluk olduklarından dolayı "az eleman,çok iş" zihniyeti ile full time çalıştırırlar ancak dinlenebilmek ve kendi dünyamı yaşayabilmek için kendime muhakkak zaman yaratabiliyor ve böyle anlarda ya keşfettiğim saklı bahçelerimin birine ; sırtımda açılır-kapanır sandalyem,bir elimde içinde 2-3 birası bulunan soğutucum ve diğer elimde kitabım ile yerleşiyor yada içinde her rengin her kokunun hakim olduğu seralardan birine giderek Yaradan'ın mucizelerini şaşkınlıkla ve şükranla seyrediyordum.

Seracılar artık beni tanıyor ve ne zaman geldiğimi görseler beni benimle başbaşa bırakıyorlardı.Beni gördüklerinde bir şeyler satabilme telaşına düşmüyorlardı çünkü biliyorlardı ki minikte olsa giderken muhakkak bir çiçek alacaktım.Ben oralara her gidişimde kendimi Yaradan ile başbaşa hissediyor, her gördüğüm çiçekte,her aldığım kokuda onu yüreğimde hissediyordum.Oysa ben bu harikaları, yaşamımın her anında görmüştüm...yanlarından geçerken renklerinin güzelliklerine bakıp,kokularını içime çekmiştim ama bu kadar.Ne çok şey kaçırmışım....ben aslında onları yeni farketmiştim...Elif Şafak'ın "Aşk" adlı romanında yazdıkları geliyor aklıma;
" Kuş görsem Süleyman gelir aklıma;balık görsem Yunus."
Ben de gördüğüm her çiçekte,her ağaçta Hakk'ı andım...yeni açan tomurcukları tek tek öptüm,mor salkımların,melisaların kokusunu içime çekerken şükrettim...Yaşam ne kadar harikulade,ne kadar renkli...
Aslında konu bambaşka olacaktı ama nereden nereye geldim...Hadi böyle olsun:)

1 Eylül 2009 Salı

Bugün...

Kurduğum bütün hayaller "On Numara"dan bir kuruş çıkmadığını öğrenince yıkıldı yine:))Hayır eğer çıkmış olsaydı Erdek'te bulunan küçücük hastaneye şırınga bağışında bulunacaktım.O kılçık hemşireden Şirin hatunu yüzünden bir yığın laf yedim...ah ahhh bi çıkaydı şu para...


Şimdi bugün lohusa anne yani benim biricik kedim Şirin hatun saat tam 10:00'da sokaklarda sürtmek amacı ile dışarıya çıktı.Bebekleri de olsa bunu hergün düzenli olarak yapıyor ve sonra tekrar gelip bebekleri ile vakit geçiriyor.Ben de o dışarıda iken köpeklerimi alıp çay bahçesine gittim ama eve geldiğinde kolayca içeriye girebilsin diye camı açık bırakarak çıktım.İstanbul'da olsa bu mümkün olmazdı tabii ama burası Erdek, o yüzden cam-kapı açık çıkabilirsiniz burada.Neyse yaklaşık 2 saat sonra eve döndüğümde Şirin hatun henüz gelmemişti ama geleceğinden emin olduğum için kitabıma daldım.Ancak saat 13:00 a doğru halen gelmediğinde yavaş yavaş panik olmaya başladım ki bu arada bebeklerde acıkmaya ve seslerini çıkarmaya başlamışlardı.Şirin'i aramak üzere sokağa attım kendimi ve bir annenin çocuğunu çağırması gibi bende sokaklarda "Şirin,Şirin" diye seslenmeye başladım.Yaklaşık bir saatlik arayıştan ve insanların soruı işaretli bakışlarından sonra kafamda her türlü kötü,olumsuz senaryolar ve endişelerle eve geri döndüm.Şirin yaklaşık 5 saattir yoktu ve bebeklerde iyiden iyiye acıktıklarından dolayı artık sesleri çığlığa dönüşmüştü.Onların seslerini duydukça kafamda çok daha kötü senaryolar oluşturuyor ve iyice panik oluyordum.Hani köpek olsa bakabilirim ama kedi yavrusu...öyle çok acemiyim ki bu konuda.Aklıma önce biberon almak geldi ama ah işsizlik ve beraberinde parasızlık...üstelik annemde yok...bende bildiğim tüm çocuklu komşuların kapısını çaldım;

-Afedersiniz rahatsız ediyorum ama acilen bir biberona ihtiyacım var.Sizin çocuğunuza ait kullanmadığınız biberon var mı acaba?
-Ne için gerekli idi komşu?(hayır bizim milletimiz böyledir önce öğrenir sonra yardım eder eğer ederse)
-Şey benim kedim doğurdu da 4 tane yavrusu var ama bu sabah bir çıktı birdaha gelmedi bebeklerde çok acıktı o yüzden arıyorum biberonu.
-Yok kardeşim yok bende önemli birşey zannetmiştim allaalla....cıkcıkcık


Tabii bazılarına göre önemli değildir bir başka canlının aç-susuz olması!!!

Hayır aksilik ya annem de evde yok ve elim kolum bağlı kaldım ortada.Sonra aklıma şırınga ile süt vermek geldi ki bebişlerin çığlıkları okadar çok yükseldi ki bir an önce bulup doyurabilmem gerekiyordu.Özellikle şu üstte resmi görülen güzel var ya hiç öyle göründüğü gibi melek filan değil:))bir yavru kedide böyle bir çığlık olabilir mi?


Neyse şırınga alacak parada olmadığı için aklıma hastane geldi ve koştum oraya.Gördüğüm ilk hemşireden rica ettim kullanılmış bile olsa acilen bir şırıngaya ihtiyacımın olduğunu söyledim.Görmez olaydım o hemşireyi...Aynı soru tekrar soruldu elbette;


-Ne için istiyorsun?
-Garip gelecek belki size ama minik kedi yavruları var ve onları acilen doyurabilmem gerekiyor
-Eczaneler de 1 liraya satılıyor alsana oradan...bedavaya mı konmaya çalışıyorsun sen?
-ya yok yanlış anlamayın üzerimde hiç para yok annem de dışarıda...ben yeni istemiyorum kullanıp çöpe attıklarınızdan istiyorum...
-Tamam tamam sana bir tane yeni veriyorum ama bak tekrarı olmaz ona göre...ilk ve son...hadi al git neyi doyuracaksan doyur...


Allah seni bildiği gibi yapsın süslü hemşire emi:)))Başıma ne geldi ise bu Şirin hatunu yüzünden geldi...Gurur murur hepsi yerlerde idi...Hayır bebekler olmasa cevabımı verip döner arkamı çeker giderdim ama kulaklarımda "miyavvvvvvvvvv" diye çığlıklar varken cevap mevap veremedim ki...


Bu arada saat akşam 17:00 de olmuştu yani...koştura koştura eve giderken dua da ediyordum bir yandan...Şirin gelmiş olsun diye...Yok gelmemişti ve hemen sütü hazırlayıp şıranga ile emzirmeye çalıştım.İstemediler yada ben beceremedim ve en sonunda onlarla birlikte bende ağlamaya başlamışken saatlerdir görmek istediğim canım kedimi gördüm...Bebekler anneleri geldi diye delirdiler,ben hem kedim geldi hem de bebeklerin karınları doyacak diye çıldırdım...


Şu an hepimiz çok mutluyuz sadece benim gururum kırık:))Ah ahhh bi çıkaydı şu para...

30 Ağustos 2009 Pazar

Hoşgeldiniz...

Günlerdir eve gelmemenin sonucu...3 melek.:)Doğum tarihleri 14.08.2009...

Bugün 17. günlerindeler ve artık sesleri duyabiliyorlar...gözleri de açıldı üstelik...tek problemleri;yürümeye çalıştıklarında kafalarını bir türlü sabit tutamıyor olmaları...Onun dışında yaşam şimdilik onlar için harika...tabii sadece onlar için değil,Şirin için de harika...Mutluluğu her halinden o kadar çok belli oluyor ki..











Bir de aralarına 3 gün önce katılan süt kardeşleri var:))
İnsan eli değdiğinden dolayı annesi tarafından terk edilen bu yavruya bizim Şirin annelik yapıyor.Göbek bağı daha yeni düştü...Bizimkiler onu çok çabuk aralarına kabul etti etmesine ama bir tek meme konusunda anlaşamıyorlar...Bu yavru aralarında o kadar minik kaldı ki eğer kendisine yer açabilirse ki bu konuda oldukça inatçı işte ozaman kaptığı memeyi kimseye bırakmıyor...








Evdeki diğer 4 ayklı sürü sanırım onun anne olduğunun farkında ve asla rahatsız etmiyorlar...Garip ki oda onlardan rahatsız olmuyor...Aynı evin içinde yaşadıklarından dolayı olsa gerek,birbirlerine güvenmeyi öğrenmişlerdir belki de....
Ben şimdilik bu güzelliklerin büyümesini izliyorum mutlulukla...Meme savaşlarını,yürümeye çalışırken gösterdikleri mücadeleyi,annelerinin mutluluğunu...teşekkürler melekler...iyi ki geldiniz...hoşgeldiniz:)


22 Ağustos 2009 Cumartesi

Pınar Otel...

2007 yılında,İstanbul'dan Erdek'e gelişimden hemen 15 gün sonra çalıştım ilk olarak burada.2007 Ağustos 01 iş başı,Ağustos 15 firar:)Çok yoğun,çok kalabalık ve bir o kadar da deneyimsiz personel ve sistemsizdi...Ukalalık olarak anlaşılmasın ama hem Turizm mezunuyum hem de The Marmara,İzmir Hilton ve İzmir Princess gibi 5 yıldızlı otellerde çalışarak rezervasyon,reception ve satış konusunda oldukça deneyim kazandım.

Firarım dan yaklaşık 1 ay sonra tekrar işe başlamam için çağırıldım.2007 15 Eylül'de sil baştan yine Pınar Otel de çalışıyordum.Personelin çoğu gitmiş,yaz sezonu kapanmış ve kış sezonu için hazırlık yapılıyordu.Erdek'te kış sezonu uzundur ve yaz sezonu ise sadece 2 yada 3 aydır.Burada ki Oteller kışın genellikle İstanbul yada Bursa'dan gelen hafta sonu tatilcilerini ağırlar ve hafta içini boş geçirirler.Pınar Otelde de böyle idi.Hiç müşterinin gelmediği ve hatta hiç telefonun çalmadığı günler oldu...Çok hem de çok soğuk şartlarda çalıştığımız günler de oldu ama gerek işletmeci gerekse kış sezonunda çalışan 5 arkadaş vazgeçmedik reklamımızı yapmaktan,gelen misafirleri en iyi şekilde ağırlamaktan...2008 Mart ayına girdiğimizde yaz sezonunun yakınlaşıyor olmasından dolayı hepimiz üzerimizden kış ağırlığını atmak üzere iken Otel'in tadilata alınacağı haberi ile önce ben çıkarıldım.Çok önemli değildi ama koca bir kış ayını ve üstelik en zor şartlarda geçen bir kış ayını geçirmiştim ve yaz sezonunu bekliyordum.Dolayısı ile kırgındım...evet çok kırgın ve kızgındım...İşsizliğim çok sürmedi ve hemen 15 gün sonra başka bir Otel de Eylül 2008'e kadar çalıştım.İş konusunda şanslı olduğuma inanıyorum çünkü "önce biraz dinlenmeliyim" derken bir başka yerden teklif alarak Şubat 2009'a kadar çalıştım.
Şubat 2009'da ise tekrar Pınar Otel'den çağırıldım...Gitmekle gitmemek arasında çok bocaladım ama ben bu Oteli çok seviyorum...Burası ile aramda garip bir bağ var...Bu Otel'i gerçekten çok seviyorum.Bundan dolayıdır ki yaptığım hiç bir işten gocunmadım ve gerektiği zamanlar da gece yarılarına kadar çalıştım.Neler yapmadım ki:))Şubat ayından Mayıs ayına kadar 3 eleman çalıştık.Bir garson,bir aşcı ve ben...Yeri geldi garson yeri geldi aşcı oldum.Yei geldi oda temizledim yeri geldi bulaşık yıkadım ve hatta kazan dairelerini yaktım ve bunları yapmaktan hiç gocunmadım...Şimdi olsa yine yaparım...dedim ya ben bu Oteli çok seviyorum.
















Mayıs ayı itibari ile personel alımına başlanarak yaz sezonu hazırlıklarımızı hızlandırdık.Beklenilen yoğunluk olmadı ama özellikle hafta sonlarını full geçirdik.Resepsiyon'un dışında muhasebe ile de ilgilendiğimden dolayı özellikle hafta sonları sabahtan başlayarak gece yarılarına kadar çalıştım...hiç yorulmadım,tam tersi çok keyif aldım...

Ramazan'ın gelmesi ile müşteri sayımızda da çok önemi bir düşüş oldu...Özellikle bugün sadece son kalan müşterilerimiz değil 3 aydır omuz omuza çalıştığım mesai arkadaşlarımda vedalaştılar birer birer...Kış sezonu Otel yine açık olacak ama 3 yada 5 personel ile...Hepimiz çok fedakarlıkla çalıştık...Otel'de konaklayan müşteri yada işletmeci bunu farkedememiş olsa bile ki en büyük kızgınlığım işletmecinin bunu farketmemiş yada görmemiş olması;hepimiz elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışarak gerektiğinde12 saat gerektiğinde 20 saat çalıştık...





O kadar güzel dostluklar kurdum, o kadar harika insanlar ile tanıştım ki bu yaz burada...Pınar Otel yaklaşık 35-40 yıllık bir Otel ve Türkiye de ilk "yıldız"almış oteldir.Pınar Otel'in müşterileri bilirler ki burası aynı zamanda yıllar yılı Vehbi Koç'u ağırlamış bir Otel'dir.Buranın doğası bambaşkadır.Erdek'de insanlar sıcaktan bunalmışken burada püfür püfür rüzgar eser...Hatırlıyorum da bu Otel'e ilk iş görüşmesine geldiğimde ve Lobi'ye girdiğimde "ne biçim Otel burası"diye düşünmüştüm ama plaja ve bahçeye açılan kapıya çıktığımda ve sahip olduğu o harika doğasını gördüğümde "cennete açılan kapı" demiştim kendi kendime...Bu yüzdendir ki Otelin çoğu müşterisi sabittir ve hatta çoğu 15-20 senedir tatilini burada geçirir...Burada çekilen her fotoğraf her kare şiir gibidir...
Bugünlerde sezonun bitmesi ile bende işsiz kalabilirim ama işsiz kalmaktan daha ziyade Pınar Otel'den ayrı kalmak üzüyor benim.Özellikle bu kış ve bu yaz çok emeğim geçti burada...
Umarım birgün buraya yolunuz düşer ve bir fotoğrafta siz eklersiniz.