13 Ekim 2008 Pazartesi

Evimiz "mis" gibi kokuyor...


Adı Şımarık...henüz 4 aylık...4 ay önce ağzı bağlı bir torba içinde, çöptenekesi'nde bulundu.Torba içerisine koyup çöptenekesine atanlar belki iyi insanlardı...hani belki onun öldüğünü filan sandılarda torbaya koyup birde ağzını bağlayıp bıraktılar çöpe...belki de vicdanlarını ve insanlıklarını bir yerlerde bırakıp unutanlardandılar...kimbilir...
Yaşayabilmesi için çok mücadele verdik ve oda bizi utandırmadı...yaşamı seçti...Şimdi evimizin en küçüğü,en haylazı,en oyuncusu,en sevimlisi olarak oradan oraya zıplıyor.
Şirin'e yapamadıklarımı ona yapıyor ve mıncık mıncık mıncıklıyorum.Hiç şikayetçi değil bu durumdan çünkü hırpalanmayı çok seviyor.Ama evin diğer fertleri için aynı şeyi söyleyemeyeceğim...
Mesela Pokiş artık yorgan altında saklanarak uyumayı seçenlerden çünkü en sevdiği oyunlardan biri köpeklerin kuyrukları ile uğraşmak yada uyurlarken tepelerine zıplamak...Aslında Şirin'in evi terkedip günlerce gelmemesinin sebebide kendisi.
Annem ise herdefasında "atacağım onu"diyor ama koynunda ısıtmaya çalıştığı günleri hatırlattığım zaman ise gözleri doluveriyor hemen...



Buda Duman...Arka ayakları bir motorsiklet tarafından ezilmişti geldiğinde...Sürücünün bir kabahati yok...Motorsikletin lastiğinin önüne kıvrılıp yatmış ve adamda onu görmeyince arka ayakları ezilmişti...

İlk zamanlar çok kötü durumdaydı...arka ayaklarını sürüyerek yürümeye çalışıyor,tuvaletini olduğu yere yapıyor ve sürekli ağlıyordu...başına gelen elbetteki onu çok korkuttuğundan olsa gerek ilk zamanlar yere inmek istemiyor ve sürekli koltuk üzerinde oturuyordu...
Erdek'te tam donanımlı bir veterinerimizin olmaması bu tip kazalarda işimizi çok zorlaştırıyor ama Duman şanslı idi...Sevgimizle,ilgimizle,telefon ile aldığımız veteriner destekleri ile kısa zamanda iyileşti ve oda diğerleri gibi koşmaya,ağaçlara tırmanmaya başladı...Kuyruğunda açık bir yarası kaldı ve eğer yara kapanmaz ise kuyruğu kesilebilinir.Olsun...yeter ki iyi olsun...biz onu kuyruksuz da severiz...

Şuan,yaklaşık 1 haftadır derneğimizde kalıyor çünkü benim melek Pokişim de onun haline üzülmüş ve kedi-köpek ayrımı yapmadan ona kendi yavrusu gibi sahip çıkmıştı.Onu koynunda uyutuyor,yaralarını yalıyor,sokaktan eve geldiği zaman hemen onu arıyor,göremediği zaman ise garip sesler çıkartarak onu çağırıyordu.Ancak Pokiş bu işi oldukça ciddiye aldı ki bir müddet sonra göğsünden süt gelmeye başladı...ve ne kadar kızsakta,engellemeye çalışsak da onu gizli gizli emzirdi.Bundan dolayı da birbirlerini unutana kadar Duman'ı derneğe götürmeye ve orada bakmaya karar verdik çünkü şuan Pokiş'in göğüsleri ciddi bir şekilde yara olmuş ve iltihap yapmış durumda...


Buda Çınarımız:))Biz koymadık bu ismi...yeni ailesi isminin "Çınar" olmasına karar verdi.Bizimle birlikteliği 4 hafta sürdü ve 4 hafta boyunca elimizde viledalarla dolaştık.Yavru köpeğin zorluğuda bu maalesef.Öyle kedi yavrusu gibi hemen tuvalet eğitimi alamıyorlar ve öğrenene kadar neresi denk gelirse yapıveriyorlar.Gerçi ona özel yer yapmış ve ve gazete kağıtları ile doldurmuştuk zemini ama bazen dayanamıyor aramıza alıyorduk ve işte o zaman vileda ile çamaşır suları devreye giriyordu.Yeni ailesi onun Pitbull olduğuna inanıyor:))Biz "Kırma" diye diretsekte kabullenmek istemiyor.Çınar,bizimle birlikte kaldığı sürece kedi ile,köpek ile,insan ile dostluğu öğrendi,sevgiyi öğrendi...ve varlığı ile bizi çok mutlu etti.

Bazı insanlar,vicdanlarını ve insanlıklarını bırakıp bir yerlerde unuttukları sürece hayatımıza giren kedi-köpek sayısı hep böyle bir inip bir çıkacak...Bazı insanlar "özlerini" hatırlayana kadar evimizin kapısı her "can"a açık olacak...

Geçenler de köpeklerimle birlikte sahili dolaşırken iki kişinin kendi aralarında ki konuşmalarına şahit oldum...gerçi onlarda benim duymamı isterlercesine yüksek sesle konuşuyorlardı...kadın kocasına "bunların evi kokuyordur" diyordu...gülüp geçtim elbette...evet doğru...bizim evimiz kokuyor... bizim evimiz mis gibi sevgi ve dostluk kokuyor...darısı o kokuyu henüz öğrenememiş olanlara...

26 Eylül 2008 Cuma

Sevgili annem,sevgili kedim,sevgili bilgisayarım...

Kocaman kız oldu benim güzeller güzelim...ağacın dalında kendi kuyruğunu yakalamaya çalışırken çok komik gözüküyor...biaralar evden dışarı adımını atmıyordu hatun çünkü bir başka kediden fena halde dayak yemiş ve özgüvenini kaybetmişti:))önceleri üzülmüştüm ama biraz da iyi oldu...sabah çıkıp gece yarısı eve gelir olmuştu artık...nerelerde dolaştığı neler yaptığı belli değildi...aaa ne bu kardeşim böyle, otel mi burası...(annem gibi konuştuğumu hissettim birden)

Çok şükür buradayım...Bilgisayarımın başında,sayfamda yada sevdiğim arkadaşlarımın sayfasındayım yine...Yaklaşık 10 gündür bilgisayarım bir bavulun içinde idi...En son, bilgisayarımı kocaman bir bavula konmuş,annemin elinde götürülürken gördüm .Kendisi ile aramız bozuktu da...yeni barıştık.:))Ah be annecim...hadi bana kızdın,yada küstün...anladık ama o koca bilgisayarı ben uyurken ne arada söktünde elbise gibi tüm parçalarını bavula sıkıştırıp götürdün...yada neden götürdün?

Yok yok...artık kabul ediyorum; 50 yaşına da gelsek onların hala küçük çocuklarıyız işte...kendi kafasına göre cezalandırdı beni işte:))Seviyorum bu kadını...hemde çok seviyorum.

12 Eylül 2008 Cuma

Tatildeyim...devam


Hani şu aralar tatildeyim ya...3 ay boyunca elime alamadığım kitaplarımı yada yapamadığım Reiki çalışmalarımı tekrar hatırladım.Bu yüzden , vaktimin bir kısmını da bu üçlü ile geçiriyorum.

"Reiki Pratik Kullanma Kılavuzu"...sevgili hocam Serap Hanım'ın yazdığı bu kitap Reiki çalışmalarımda bana çok yardımcı oluyor.
Diğeri ise... Çekim Yasası ile ilgili sorularıma cevap bulabildiğim ve okuması son derece keyifli bir kitap.Açıkçası onu elimden düşürmüyorum.Aklıma ne zaman bir soru gelse hemen cevabını bulabiliyor ve hatta bazen tekrar tekrar okuyorum.

Nil Gün tarafından hazırlanan Cd ise ;şuan benim ciddi favorim.Sabah-akşam dinliyorum. Çakra meditasyonu,bedenimizdeki enerji tıkanıklıklarının açılmasını amaçlıyor ve cd'nin ilk bölümü çakra merkezlerini açmaya yönelik imgelemeler ve olumlamalardan oluşuyor.İkinci bölüm ise bilinçaltına yönelik ; çakra merkezlerini uyarıcı,müziğin içerisine gizlenmiş subliminal mesajlardan oluşuyor. Bilinçli zihnimiz müziğin içine gizlenen olumlu mesajları yakalayamıyor ancak bilinçaltımız tüm bu mesajları algılıyor ve bilinçaltı programımızı bilinçli isteğimizle uyumlu hale getirebiliyoruz.
Cd'nin ikinci yüzünü dinlerken aynı zamanda Reiki standart el pozisyonlarını çalışıyorum.Önceleri,özellikle ilk uyumlamayı aldıktan sonra... belki birazda yeni birşeyler öğrenmiş olmanın ve hemen sonuca ulaşabilme çabasına girmemin telaşı ile bir müddet sonra Reiki çalışmalarını yapmak düşüncesi bile beni gerginleştirmeye başlamıştı.Çünkü,dikkatimi an'a vermekten ziyade daha çok bundan sonrasında hangi hareketi yapmam gerektiği yada 3 dakikanın dolup dolmadığı ile ilgileniyordum.Cd'nin ikinci yüzünü dinlediğim ilk gün kendimi tamamen yaptığım işe odakladığımda ise vaktin nasıl geçtiğini anlamadım bile ve o gün çalışmalarımı bitirip bloglar arası dolaşırken sevgili meleğimin yeni yazısı ile karşılaştım.
"Yaşadığımız an’ın farkında olup, yaptığımız eyleme konsantre olmalı ve yaptığımız / yaşadığımız her ne ise tadını çıkarmalı, keyfine varmalıyız"diyordu ve yine çok doğru söylüyordu...

11 Eylül 2008 Perşembe

Tatildeyim...

Okulların açılması ile birlikte Erdek yaz sezonu'nu kapatmış oldu.Bu yıl, turizm'den esnaf ve otelciler aradığını bulamadı maalesef.Temmuz 15'den Ağustos 30'a kadar yani topu topu 45 gün bir yoğunluk oldu ancak bu kimsenin yüzünü güldürmedi.

Ramazan'ın başlaması ve sezonun kötü geçmiş olmasından dolayı çalıştığım otel'de 2009 yaz sezonuna kadar kapılarını kapatmaya karar verdi ve tabii benim tatilim de şimdi başlamış oldu.Hernekadar sezon kötü de geçmiş olsa çalıştığım otel oldukça yoğundu ve 3 ay boyunca 7/24 saat hiç durmaksızın çalıştım.Çalışmak; ne olursa olsun güzel...hele bir de işini severek yapıyorsan eğer saatlerin,günlerin nasıl geçtiğini anlamıyorsun.Çalışırken "şimdi evde olup yatmak vardı" diyorsun ama bünyen bu tempoya alıştıysa, 2 gün sonra kıvranmaya başlıyorsun..."şimdi ne yapacağım?" Gerçi ben henüz bu soruyu kendime sormaya başlamadım...dedim ya tatildeyim:))

Erdek'in Eylül ayını çok seviyorum...Tatilcilerin gitmesi ile birlikte ortalık emekli olmuş ve dönmek için havaların soğumasını bekleyen "sakin" yazlıkçılar ile Erdek'te yaşayanlara kalıyor.O kalabalık,gürültü,telaş...birdenbire yok oluyor ve sakinliği seven biriyseniz , gerçekten de dinlenebiliyorsunuz.Zaten ben tatilcilerin telaşını oldum olası anlayabilmiş değilimdir.Herşey "bir an önce olsun" peşindedirler...biran önce güneşlenelim,biran önce denize girelim,güneş battı hadi biran önce duşumuzu alıp giyinelim,biran önce yemek yiyelim,tamam doyduk biran önce diskoya-bara gidip eğlenelim...hele eğer Otel'de kalınıyorsa bu biran önceler yerini alelacelelere bırakır..."hadi çabuk kalk saat 10:00 'da kahvaltı bitiyormuş acele edelim" yada "acele et akşam yemeği servisi başlamış...yetişelim"...

İstanbul'da yaşadığım ve çalıştığım zamanlarda da tatil proğramlarımı Nisan yada Eylül ayına göre planlardım hep.Kargaşadan,gürültüden,telaştan uzak kalıp dinlenebilmek için...Şimdi de aynı şeyi yapıyor ve çok keyif alıyorum bu durumdan.Sabahları köpeklerimle birlikte deniz kenarında yürüyüş yapmak,şezlongumu alıp deniz kenarında oturmak,kitap okumak,yüzmek ve tabii ki güneşin resmini çekmek...Gürültü yok,kalabalık yok...herşey okadar sakin,o kadar güzel ki...

Bu arada kalabalığın uzaklaşması ile birlikte Erdek yeni ziyaretçisine de kavuşmuş oldu.Hemen yanda fotoğrafını gördüğünüz arkadaşın ismini "Ali" koydu bizim balıkçılar.Her halinden henüz yavru olduğu çok belli oluyor ve balıkçılar "Pelikan Osman"'dan sonra ona gözleri gibi bakıyorlar.

İyidir Erdek balıkçıları...bir kere çok keyiflerine düşkündürler...yiyecekleri denizden,salata ve meyvaları topraktan,rakıları ise marketten borçla da olsa keyiflerinden asla ödün vermezler ve yanlarından geçipte selam veren herkesi ve herşeyi "buyur"ederler.Tezgahlarının başında dolaşan kediler,teknelerinin içinde uyuklayan köpekler daimi misafirleridir ve asla "git" demezler.

Hazır, misafir ve misafirlikten bahsetmişken bizim evde de şu aralar misafir sayısı artmış durumda...gerçi misafirler mi yoksa kalıcılar mı orası meçhul ama bana kalıcılar gibi geliyor.
Neyse bu konuya yarın devam ederim...uykum geldi:))

10 Eylül 2008 Çarşamba

Bir bilen var mııııı?

Oysa çok heveslenmiştim.Onu kaldırdığım yerden özene bözene tekrar çıkartmış ve içini-dışını tekrar tekrar silmiştim.Hatta şöyle bir yaratıcı imgeleme yapmış; sıcak ekmeğin üzerine tereyağ-bal sürerken hayal etmiştim kendimi ve yine hatta yetmemiş bu imgelemeyi gerçek yapabilmek adına cebimdeki bitmeye yüz tutmuş para ile markete gidip tereyağ-bal almış...sonra ağaçlardan yere düşen ceviz tanelerini görüp bu sıcak ekmek-terayağ-bal hayalimin arasına birde ceviz yerleştirmiş ve üşenmeyip düşen cevizleri toplayıp kırmış idim.

Herşey hazırdı yani...gerçi kullanma kılavuzu kayıp idi ama olsun aklımda kalmıştı biraz...hem internette de tarifler vardı ve oda çözülmüştü işte.Geceden malzemelerimi bir güzel hazırlayıp,ekmeğimin sıcacık olabilmesi için sahur vaktine programını hazırlayıp yeni yaratıcı imgeler kurarak yatağıma uzandım.

Sevgili davulcumuzun sesi ile bir heves fırladım yataktan.Çok mutluydum...sıcacık ekmek-tereyağ-bal arasına ceviz hayalim gerçekleşmek üzereydi.

Ama oda ne...makinenin içine koyduğum malzemeler aynı şekilde duruyor...makine dönmemiş bile...NEDEN???Çünkü kullanma kılavuzu kayıp idi ve ben saat ayarlamasını doğru yapamamışım.Kılavuz neden kayıp idi?Hemen söylüyorum...çünkü benim çok sevgili ve bir okadar da değerli olan annemin önemli bulduğu herşeyi saklama huyu vardı ve bu dandik kullanma kılavuzunu da saklamıştı ve elbetteki diğer sakladıklarında olduğu gibi sakladığı yeri unutmuştu...mesela hiç unutmam ve içimde büyüyen yara gibidir...bir keresinde altınlarını saklamış ve tabii ki sakladığı yeri yine unutmuştu...günlerce aradıktan sonra bulamayınca da kararını vermişti..."eve hırsız girdi ve altınlarını çaldı"...yetmeyip ortalığı ayağa kaldırmış üstüne üstelik bir de polis çağırmıştı ve üstelik polisin "şüphelediğiniz biri var mı"sorusuna karşılık yan gözle bana bakmış ve hayatımın şokunu yaşatmıştı.Altınlar elbette bulundu...eski,kullanmadığı çantasının içinde.Sakladığı nüfus cüzdanım yüzünden başıma gelenleri ise hiç anlatmayayım...

Elbet birinizde vardır şu meşhur "ekmek yapma makinesi".Hani bana zaman ayarının nasıl yapıldığını anlatırsanız çok memnun olacağım arkadaşlar.Şimdiden teşekkürler:)))

5 Eylül 2008 Cuma

BİRiz...

Rüzgarın fısıltısı,ırmağın sesi,yağmur damlalarının vurması,şimşeğin gürültüsünde Benim Gerçeğimi duyabilirsin.Toprağın hissettirdiğinde,leylağın kokusunda,güneşin sıcaklığında,ayın çekiminde de.

Benim Gerçeğim-ve ihtiyaç anında en güvenilir yardımcın-gecenin gökyüzü kadar büyüleyici,bebeğin gülüşü kadar içten ve sade,kalp atışı kadar gürültülü ve Benimle bir aldığın nefes kadar sessiz.

Seni bırakmayacağım.Seni bırakamam.

Sen benim yarattığımsın,Benim ürünümsün,Benim kızımsın,Benim oğlumsun,Benim Amacımsın ve Benim...

KENDİMSİN.

Ne zaman huzur olan Ben'den ayrı olduğunu hissedersen,Beni çağır.

Orada olacağım.
Gerçekle.
Işıkla.
Sevgiyle.


(Alıntı;Tanrı ile Sohbet 1)

4 Eylül 2008 Perşembe

Şirin röntgen de:)))



Bu ne kardeş?O cam gibi şeyin arkasında gördüğüm bir kadın mı?Evet evet bir kadın bu,hem de cıbıldak!!!!!
Ee ama doğru dürüst görünmüyor bu camdan...




Pişt kız açsana şu camı utanma...Bak beni zorlama aç şu camı bakayım aaa ne var bunda utanacak canım allaalla...


Gördüüüüümmmm...tüh annem miş:))





Senin için...


Bu iki fotoğrafı çekerken aklımda sen vardın benim canım arkadaşım...Diğer boyuta geçmeden önce söylediklerin hala kulağımda..."ben bir daha yaprakların sesini dinleyemeyecek,denizi göremeyecek miyim?"
Güneşin ortasında gözüken "mavi" elbet bir yansıma ama çekerken aklımdaydın ya...kimbilir belki de oradaydın... Seni seviyorum can arkadaşım...

...


Bu harika bir manzara...Resim değil,gerçek...burası Erdek ve bu fotoğraf sadece eski bir cep telefonu ile çekildi.Bu fotoğrafa baktıkça doğanın güzelliğine ve Evrene bir değil bin kez şükrediyorum...bunları görebilme ve yaşayabilme fırsatını bana verdiği için...Teşekkürler.

9 Şubat 2008 Cumartesi

Hayal Ettiğimiz Dünya...

BİR dünya... Yemyeşil ormanlarla kaplı. Tertemiz sularla çevrili. Caddelerinde gülümseyen, yarınından endişesi olmayan insanların koşuşturduğu, birbirlerine sevecen ve nazikçe davrandığı bir dünya.Tahammüllü, anlayışlı, kızmayan, kırmayan, affeden insanlarla dolu bir dünya.

Kaşlarını çatmayan, alnını buruşturmayan, kendinden emin ve çevresinden ürkmeyen insanların yaşadığı bir dünya. Kırılmayan ve ama kırmayan bir dünya

Kalpler temiz, yüzler temiz, vicdanlar temiz, eller temiz, ayaklar temiz, diller temiz, gözler temiz, ruhlar temiz, cepler temiz, kazançlar temiz, harcamalar temiz, sözler temiz, tenkitler temiz, sokaklar, caddeler, evler, arabalar velhasıl görünen görünmeyen her yer temiz... Özlem bu ya... Arzular suç olmaz ya!..

* * *
Dinlerin amacı, hele en son ve en mükemmel din olan İslam’ın amacı böyle bir dünya. Savaşa harcanan paraların fakire, yoksula, ilaca harcandığı bir dünya. Üniversitelerin ve laboratuvarların, bilimsel merkezlerin; insanın sağlığı, esenliği, huzuru, refahı, geleceği, mutluluğu, insanca yaşaması, dünyayı doğru kullanması için proje ürettiği bir dünya.

Kendini, ama her şeyden önce Rabb’ini unutmayan insanların yaşadığı bir dünya. "Nefsini (kendini) bilen Rabb’ini bilir" prensibinden, mefhumu muhalifine (zıttan bakışına) olan "Rabb’ini bilen kendini bilir" noktasına varan müthiş bir şuurlanma serüvenini yaşayan insanların zemininde dolaştığı, doluştuğu bir dünya.

Sabah bu niyetle caddeye çıktım. Böyle bir dünya görmek için. Gördüğüm insanlara tebessüm ettim. "Tebessüm de ibadettir, sadakadır" diyen Peygamberimin bir sözünü yaşayayım bari bu sabah diyerek. Hayal dünyamda da arzu ettiğim dünyamı görebilmek için bir an duraksadım.

Bir araba aniden sokağa fırlayan köpeğe çarptı. Köpek acıyla kenara savruldu. Ayaklarını karnına bastırıyordu. Acıyla havlıyordu. Aslında derdini anlatıyordu kendince bize. Belli ki ayakları incinmişti. Sürücü hemen durdu. Arabadan indi. Etraftaki esnaf da dükkánlarından fırladılar. Hatta müşterileri bile kasada bırakarak.Herkes yaralı köpek için bir şeyler yapmak istiyordu. Nihayet kucaklayıp arabaya koydular. Muhtemelen veterinere götüreceklerdi. Umutla gülümsedim. Umutlandım. Ama birdenbire bulutlar içinde bütün görüntüler kayboldu gitti. Hayalmiş meğer!

* * *
Donduran soğukta, geçen yıla ait dergileri caddeye sermiş, satmaya çalışan bir yavru. Çocuk. Henüz çocuk. Harçlık yapacak belki de satabilirse dergilerini. Belediyenin zabıtaları yanına yanaştılar. Çocuk bir an ürktü, korktu, geri çekildi. Zabıta tezgáha el koyar ya! Ama hayır, öyle olmadı.

Çocuğun başını okşadılar. Hayırdır, niye satıyorsun dediler. Çocuk, "Hasta ablama ilaç almak için" dedi. Burkuldular. Sarsıldılar. Gel bakalım çocuk, biz sana ilaçları alırız dediler. Hemen bitişikteki eczaneye girdiler. Sevindim. İnsanlık ölmemiş dedim. Bir an bulutlar arasında kayboldular. Çocuk da, zabıtalar da eczane de... Hayalmiş meğer!

Gecenin ilerleyen saatleri. Kaldırım kenarında titreye titreye müşteri bekleyen kadınlar. Sadece kadınlar değil. Transseksüel, homoseksüel ve daha çok farklı olanlar. Düşmüş veya düşürülmüş olanlar. Acıyla kıvranırken birbiri ardınca duran arabalar gözüme çarpıyor. Pazarlık yapacaklar sanıyorum. Hayır, yanılıyorum.

Arabadan çıkanlar, bu donduran soğukta duranlara yaklaşıyorlar. Konuşuyorlar onlarla. Cümleleri hep aynı. "Acaba sizin için ne yapabiliriz, sizi kurtarmak için bir şey yapabilir miyiz?" Hatta birinden göz yaşartan bir tavır. Cebinden bir demet para çıkarıyor. Karşısında korkulu gözlerle bakan kadına uzatıyor.
"Belli ki, istemeyerek buradasın. Al bu parayı, sen de kardeşimiz gibisin. Bari birkaç gün uzak dur. Bari birkaç gün. Yapabildiğim bu kadar. Ne yapayım ki" diyor duygulu gözlerle uzaklaşırken. Başım önümde arabamın camını kapatırken bulutlar arasında o arabalar ve adamlar kayboluyor. Hepsi bir bir yoğun bir sisin içinde kayboluyorlar. Kadınlar hálá o kaldırımdalar, ama gerisi hayalmiş meğer.
İyice bunalmışken Mevláná’nın "Divan-ı Kebir"inden bir sözü bizi derin hayal dünyasından çekip çıkarıyor.
"Başımı koyduğum her yerde, / altı yönde ve ötesinde ibadet edilen O’dur. /
Bağ, bahçe, gül, bülbül, sema, sevgili hep / birer bahanedir. / Maksud olan hep O’dur."

Nihat Hatipoğlu

1 Şubat 2008 Cuma

Özgür kız...


İtiraf ediyorum ; bu kedi milletinin bu denli başına buyruk,bu denli özgürlüğüne düşkün olduğunu bilmezdim.Tamam hayvanları çok hem de çok severim.Onlar benim en iyi arkadaşlarım ama bazıları ile de aramda mesafe vardır.Uzaktan sevişir,fazla laubali olmayız birbirimizle...ta ki şu yukarıda gördüğünüz hatun evimizin kapısına bırakılana kadar.

Eylül ayı idi ve sabahın körü yavru kedi çığlıkları ile uyandık.Muhtemelen haylaz çocuklar anacığından ayırıp biraz eğlendi ve sonrasında da bırakıp kaçtılar...iyiki de bırakmışlar.Gözleri daha yeni açılmıştı ve saatlerce uyuyup uyandıktan sonra öyle bir "karnım aaaççççç" dercesine bağırırdı ki,annem ve ben panik bir halde buzdolabına koşar ve biran önce susması için ilk bulduğumuzu atardık önüne.Onun yüzünden kaç kere annemle kafa kafaya tosladığımızı,panik halde buzdolabına doğru koşarken düştüğümü bilirim.Bir zaman sonra evin içinde kendisi mini minnacık ama göbişi kocaman bir yaratık dolaşmaya başladı ve o zaman anladık ki göbişinin şişliği ve bir türlü doymayan karnı, için de barındırdığı "parazit" kardeşlerden kaynaklanıyor.Ufak bir tedavi sonrası göbişi normal standartlara ulaştı ama acıktığında ki bağırıltıları hiç bitmedi.

Resimde ki hali bebeklik tüylerini yeni döktüğü ve yavaş yavaş gerçek güzelliğinin çıkmaya başladığı zamanlara ait.Şimdiler de 5 aylık oldu hatun ve fena halde güzelleşti ve üstelik çok ta akıllı.O hiç doymayan karnı acıktığı zaman yine çığlık çığlığa bağırıyor ve mamasının yerini gösteriyor bize.Mama kabında her daim mama bulunduramıyoruz çünkü evin köpekgillerden olan diğer 4 ayaklı fertleri hoooppp bitiriyor mamasını.Benim ile olan ilişkisi ise tam bir komedi.Beni ne zaman görse hızlı bir U dönüşü ile kaçıyor çünkü biliyor ki onu yakaladığım zaman fena halde mıncıklayacak ve öpücüklere boğacağım.Ama geceleri mırıl mırıl yaparak sokuluveriyor koynuma...tabii biliyor uykulu olduğumu ve uykumdan fedakarlık yapamayacağımı... o yüzden rahat ama bence bu konuda kendisine çok güveniyor,bir gece ansızın yakalayabilir ve doya doya mıncıklayabilirim kendisini.Ben bu hatunu çooookkkk seviyorum ve son bir şey eklemek istiyorum ki;

KEDİ MİLLETİ NANKÖR DEĞİL ÖZGÜRDÜRLER...

27 Ocak 2008 Pazar

Teşekkürler...

Sevgili Handan Hanım'ın "Bereket..." başlıklı yazısı ile başladı tanışmamız.Blog sayfasını ziyaret ettiğimde ise benim en çok zorlandığım,çözemediğim bir konu ile ilgili yazısını okudum ve hiç çekinmeden,hiç düşünmeden içinde bulunduğum durumu biraz da "beni anlayabileceğine" olan inancımla yazdım,sordum,dertleştim.Ne garip değil mi?...En yakınınızda bulunan bir arkadaşınız,dostunuz,sevgiliniz,anne/babanız sizi anlayamazken ve sizi sizinle başbaşa bırakmayı tercih ederken, daha önce hiç görmediğiniz,konuşmadığınız,tanışmadığınız birinin "sizi anlayacağına"inanıyor...yürekten inanıyor ve birdenbire o insanla "özelinizi"paylaşıveriyorsunuz.

Acaba bana,ne büyük bir iyilik ve dostluk yaptığının farkında mıdır?

Ben ki;çözemediklerim,anlayamadıklarım,anlam bulamadıklarım,yalnızlığım,sevgilerim,nefretlerim,öfkelerim,özlemlerim,söyleyemediklerim,yazamadıklarım yüzünden alkolün dibine kadar vurmuş,"insanlığı ve insani duyguları hariç"elinde kalan herşeyi ve herkesi kaybetmiş,kendi kendine "hiç olmazsa öbür tarafta mutlu olayım" diyerek intihar edebilme cesaretini gösterememiş ama hergün "ölmek" için dua etmişken,sihirli bir el ve hissettiğim güzel bir yürek sayesin de hayata sıfırdan başladım."Sen bana beni tanımadığın halde yardım ettin...ben de seni mahçup etmeyecek ve ayağa kalkacağım" dercesine...

Sanki o melek,duyuyordu benim sorularımı yada farkındaydı neye ihtiyacımın olduğunu da ,her yeni yazısın da soramadığım soruların cevaplarını ve "bi bakın bakalım" diye başlık koyduğu köşesinde aradığımı buluyordum.Aynı,başucu kitabı gibi okuduğum "düşlerimdeki yaşam"yazı serisi ile sevgili Nilambarı ve yıllardır gitmek istediğim halde hep bir engelle karşılaşıp gidemediğim ama bu sefer tüm engelleri kolaylıkla aşıp gidebildiğim ve bana sevgiyle tüm bildiklerini öğreten sevgili öğretmenim Serap Hanım'ı bulduğum gibi...

Teşekkür ediyorum sevgili Handan Hanım.."melekle" tanışmama vesile olduğun ve o harika yazıların için...teşekkür ediyorum sevgili nilambara...düşlerimdeki yaşam serisi ile umutlarımı tekrar yeşerttiğin için...teşekkür ediyorum sevgili öğretmenim...beni Reiki ile tanıştırdığın ve bu adımda yanımda olduğun için...teşekkür ediyorum sevgili "melek"...sessiz sorularımı duyduğun,paylaştığın,öğrettiğin ve herşeyden önemlisi varlığın için...ve şükürler olsun canım Tanrım...herşey için... şükürler olsun.

23 Ocak 2008 Çarşamba


Heyt be heyt:))Vurun taşa,masaya,duvara...ammaann nazar değmesin ama iki hayalim de gerçek olmak üzere...ne olduklarını şimdi söylemiyeceğim...az kaldı...yakında...şimdilik,son çektiğim resim ile idare edin...

17 Ocak 2008 Perşembe

Çağrı 3...

Canların "dostu",sevgili arkadaşım Kebire'nin sahiplendirdiği Boncuk...şimdiki adıyla Frankie'nin hikayesi...

Barinagimizdaki Boncuk Oldu Frankie :))

Boncuk oldu Frankie.
O da bu kadar romantik romantik bakmasaydı, ne yapalım yani?

Uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra veteriner abisine ulaştı,tanıştılar.
Ne de olsa yıllar süren bir beraberliğin başlangıcı, eh bunu birkaç fotoğraf ve birkaç iğnecikle kutladılar. Olsun, hiç acımadı.

Ardından tekrar kucaklara alındı, arabalara binildi ve kuaförümüze gidildi.Frankie kraliçeler gibi karşılandığı kuaföründen kokulu şampuanlarla yıkanmış, boncuklu bir pembe kolyeyle süslenmiş ve harika bir tasmayla bezenmiş olarak çıktı. Efendiiim, yine araba, yine battaniyeler arasında güvenli ama sıkıcı bir yolculuk... Bu arada cici cici konuştuk kendisiyle"güzel kızım, Frankiiieee" falan diye. Ama ne fayda, ne de olsa araba işte.

Tabii evine geldiğinde çok yorulmuştu kızımız, kolay mı kucaktan kucağa gezmek, öpülmek, okşanmak? Bembeyaz çarşaflı kocaman bir yatağın kaz tüyü yorganına gömülerek deliksiz bir uyku çekti. Ne soğuk geceler, ne çamurlu yollar, ne tahta yatak, ne gazeteden döşek...sessiz, güvenli, huzurlu, rahat, sıcacık bir gece geçirdi Frankie onu rahatsız etmemek için yataktan düşmeyi tercih eden ailesiyle.

Sabah geç uyanıldı tabii, ne de olsa Pazar, iş yok güç yok. İyice gerinildi,güzelce doyuruldu karınlar, sonra ver elini uçsuz bucaksız kuzey ormanı.Frankie öyle koştu, öyle kokladı, öyle atladı, öyle zıpladı ki evine döndüğünde aklında önce bir tas su sonra şööööyle bir uzanıp kestirmekvardı.

O gece rüyasında kelebekler, kurbağalar, düşen yapraklar, oyuncu arkadaşlar gördü Frankie hayatında ilk defa belki de. İstedi ki tüm arkadaşları onun gibi şanslı olsun, onları hep sevecek, hep öpecek, onları asla terketmeyecek sıcacık yuvalar bulsunlar.

Frankie'den sonsuz sevgi ve gülücükler, bizden de...
.................................................................................................

Darısı diğerlerinin başına...Lütfen bu yıl,çocuğunuza "karne",sevgilinize "sevgililer günü" hediyesi olarak pet-shop'lardan kedi/köpek almadan önce,barınaklar da sizleri bekleyen binlerce masum canları düşünün...

Çağrı 2...

Onların "sessiz çığlıklarını"duyabilmeniz için ben susuyorum...



Onlar İstanbul'da ormana atılanlar!

Onlar gözümüz görmeyince gönlümüzün acı - açlık çekmesine katlandığımız canlar!
Onlar oradalar!
Biz görmesek de, gönlümüz katlansa da, onlar açlar!
Onlar çaresizler!





Bize ihtiyaçları var. Karınlarını doyurmamıza, tedavi etmemize, bu insanlık suçumuzu bir parça olsun üstlenmemize!


Var misiniz?
Siz onlara sahip çıkacak mısınız?



Onlara mama satın almak isterseniz, lütfen buraya tıklayın, mail atın!
Mama satın aldıktan sonra, lütfen buraya tıklayın, bize ne kadarlık mama aldığınızı bildirin!

http://www.yasamhakkinasaygi.com/

16 Ocak 2008 Çarşamba

Çağrı...


Bu blog sayfası 27 Aralık 2007 tarihinde...yani benim doğumgünüm de oluştu ve buraya yazmaktan,paylaşmaktan çok keyif aldığımı söylemek istiyorum.Belli bir konusu yok sayfamın...biraz benden,biraz ondan,biraz bundan...o an, benim için ne önemli ise onu yazıyorum işte...Bugün de; canım arkadaşım ve 2.annem dediğim Gülüm'ün, üyesi olduğumuz siteye yollamış olduğu bir mail, daha doğrusu bir çağrı önemli benim için.

27 Aralık'tan bu yana geçen 21 günlük süre de toplam 299 kişi ziyaret etmiş sayfamı.Bu çağrı,bir bu kadar daha kişi tarafından okunacak olsa ve bir yarısı "evet,ben de varım" dese,kimbilir kaç can kurtulacak ve mutlu olacak..."Yaşam Hakkına Saygı" diyerek,aynen aktarıyorum sayfama ;

Herkese gore birsey var, lutfen okuyun&iletin

Oncelikle her zamanki gibi ekteki citirlari iletmenizi rica edecegim sizden. Sonra da asagidaki metni dikkatlice okumanizi ve cevrenize iletmenizi.

Yillardir barinaklar der dururuz. Ama bir cogunun durumu malum. Agzina kadar kedi kopek dolu.. Gonulluler yetisemiyor belediyelerin destegi ortada. Kimimiz gonullu surekli gidiyor, kimi maddi olarak destek veriyor, kimi uzaktan birseyler yapmaya calisiyor kimi de (onlara da hak veriyorum) ruh sagligim cok zarar goruyor bu yuzden gidemiyorum diyor.

Herkesin ortak fikri "keske daha fazlasini yapabilsem" Bir yerlerden baslamak lazim degil mi?

Iste sizin veya cevrenizdekilerin bu konuda mutlaka yapabilecegi bir kac fikir. Bunu da yapamiyorsak topluca koprulere dagilalim, elele tutusup hep birlikte atlayalim derim :))) Saka bir yana biz bekledikce onlar altalta ustuste acbilac sefalet icinde yasam savasi vermeye devam edecek. Kendi baslarina yuva bulamazlar, bunu asla unutmayin, onlar bizden yardim bekliyor.. Ve hep baska bir gunu, baska bir kisiyi beklemeyelim nolur. Bugun harekete gecelim... (hali hazirda sitede yuva arayan bir suru barinak hayvani var ve ilani verilemeyen daha bir cogu, görmek icin burayi tiklayin ya da bunlara da bakabilirsiniz)

Iy¹ fotograf cekerim diyen zaman zaman gidip (hepsini olmasa da yuva bulabilecek kapasitedekilerin) fotograflar¹n¹ ceksin, mumkunse kafes ardinda degilde kucakta, yerde, bahcede vs. Bilgilerini kisaca & kabaca not als¹n. (yasi, asi durumu, kisir mi degil mi, iletisim bilgisi yeterli)

Sonra Minik Pati'de en guzel fotosu ile ilan versin, yetmediyse ilani verdikten sonra bana desin ki " Minik Pati'deki ilan numaram sudur diger fotolar da ektedir, bana afis yapar misin?" Ben de daha fazlasi icin elimden geleni yapayim. Islerimin yogunlugu nedeniyle afis calismalarimi bir sure sadece barinaklar icin kullanacagim, bilginize. (Cok ozel ve acil durumlar haric)

Yuzlerce, binlerce kisi var bu listede. Biri gider 15 kopegin fotografini ceker, digeri atiyorum der ki; "sitedeki xxxx no.lu ilandaki kopegi sahiplendirme isi benimdir. Barinaga gidemesem de, maddi destek veremesem de, ekran basindan ona yardimci olabilirim. Tum sartlarimi onun yuva bulmas¹ icin ekran basinda zorlayabilirim. " (Bu da zaten elinizde hazir olan bir mesaji gonderme sürenize bagli. max 3-5 saniye mi) Kisaca bu ufakligin yuva bulmasina ben araci olacagim demenizi istiyorum, sanki o sizinmis gibi... Bu is gonullu annelik filan gibi degil, gonullu sahiplendirme diyebiliriz belki :)

Yineliyorum barinaga gitmek isterseniz gidin tabii ama gidemiyorsaniz da bir kopisin ya da kedisin yuva bulmasi icin ekran basinda siz calisin. Barinaktaki gonulluler zaten binlerce hayvanla bizzat ugrasiyorlar. Yemekleri, temizlikleri, hastaliklari vs. Yuklerini bir parca alalim ve hic olmazsa isin teknolojik&iletisim yonunu biz ustlenelim. Ne dersiniz?

Tesekkur ederim vakit ayirdiginiz icin

Sevgilerimle,

Hacer Kaya - Editor
http://www.minikpati.%20com/







13 Ocak 2008 Pazar

İç ses...


Bir blog sayfası okudum hayatım değişti...sonra yeni aldığım kitap'ın 19.sayfasını okudum...


"Hepimiz kurbanların kurbanlarıyız.Onlar kendilerinin bilmediği şeyi bize nasıl öğretebilirlerdi ki?Anneniz kendini sevmeyi bilmiyorsa,babanız kendini sevmeyi bilmiyorsa,onların size kendinizi sevmeyi öğretmesi de imkansız olacaktır.Onlar da çocukluklarında kendilerine öğretilen şeylere dayanarak,yapabileceklerinin en iyisini yapmaya çalışıyorlardı.Eğer anne ve babanızı tanımak istiyorsanız,onları kendi çocukluklarıyla ilgili konuşturmaya çalışın.Eğer anlayışla dinleyebiliyorsanız,onların korkularının ve katı kurallarının nereden geldiğini anlama olanağı bulacaksınız.Büyüdüğünüz de işaret parmağınızı onlara yönelterek "benim böyle olmamın nedeni sizsiniz" demeden önce düşünün..."

sinrilerim bozuldu...çektim yorganı başıma,uyuyacağım...ama ne mümkün...başladı yine şu "iç ses" dedikleri;

-ne oldu?tırnaklarını bile kemirmeye başladın...gerçeklerle yüzüyüze gelmek zor öyle değil mi?

-saçmala...yazmış işte kadının teki bir kitap konuşuyor.Öyle uzaktan konuşmak kolaydır...gelsin bi de bana sorsun...

-sorsun tabii ya...ne anlatacaksın ona?hah evet bende aynen böyle yapmıştım diyebilecek misin ona?Bunu kabul edebilecek misin?

-sende abartma istersen...tamam...yaptım...işaret parmağımı göstererek suçladım annemi ama oda bana yaptı...hem sana ne oluyor "iç ses"?kimseyi dinlemek istemiyorum...çünkü ben HAKLIYIM....sen karışma.

-Yaşamının en iyi ve en kötü yanlarından yüzde yüz sorumlusun.İçinde bulunduğun olayları yaratıyor,sonra da bunlardan duyduğun sıkıntı,üzüntü ve düşkırıklığı için bir başkasını suçluyorsun çünkü bu yapabileceğin en kolay yol ama böyle yapmakla gücünü de başkasına kaptırmış oluyorsun...şu haline bak...bir otel odasında tıkılıp kaldın...sen şimdi kafanı mı dinlediğini sanıyorsun?

-öyle tabii...şimdi eve gideceğim ve bir yığın problemle karşılaşacağım...böylesi daha iyi.

-Hayatına şöyle bir dönüp bak.Ne kadar sık aynı deneyimi yaşadığına dikkat et.Hayatının bu anına kadar yaşadığın tüm deneyimler,geçmişe dayanan düşünce ve inançlarının ürünü ve sen kırgınlık,yargılama,suçluluk, korku duygularını atamadığın sürece aynı şeyleri yaşamaya devam edeceksin.GEÇMİŞİ BIRAK ve KENDİN DE DAHİL HERKESİ AFFET.


saat 23:00.evimdeyim:)

9 Ocak 2008 Çarşamba

...

Dün akşam çektiğim şu harika manzarayı sayfama yerleştirmek ve bu sabah kendim ile birlikte bu sayfayı ziyaret eden herkese günaydın demek istedim.GÜNAYDIN:)

8 Ocak 2008 Salı

Ben...

Aslında bugün, güne güzel başlamıştım ama sabah sabah dinlemek zorunda kaldığım ağlak şarkılar ve şarkıları dinlerken kendilerini kahreden insan manzaraları moralimi bozdu açıkçası.Ama geçti...çünkü,ben olaylardan etkilenmek ve kafaya takmak yerine olayı izleyip orada bırakmayı ve dersimi almayı seçiyorum.

Canım arkadaşım "Erdek'te neler yapıyorsun" diye sormuş yolladığı mail de...
Aslında Erdek'e gelmek ve burada bir düzen kurmak hiç mi hiç aklımda olan birşey değildi ama bazen olaylar sizin isteminiz dışında gelişiyor ve asla olmaz dediğiniz şeyler bir bakıyorsunuz oluveriyor işte...İstanbul'da oturduğum apartman'ın 6. katından atılan yavru köpek ile birlikte zaten deprasyonun eşiğinde olan "beni" iyiden iyiye çıkmaz bir yola götürdü ve bir gün de tüm eşyalarımı, ihtiyacı olan insanlara dağıtıp ve herşeyi elimin tersi ile itip,güzel kızım ile birlikte çıkıp geldim buralara.İlk zamanlar, özellikle İstanbul'un çilekeş temposundan sonra insana çok çekici geliyor ancak bir müddet sonra ;hani şöyle bir kitapçıya girip ilginizi çekebilecek bir kitabı almadan önce sayfalarını karıştırmak,dokunmak istiyorsunuz ya da ne bileyim,sizinle aynı dilden konuştuğuna inandığınız bir arkadaşınızla biraraya gelmek istiyorsunuz ve işte bulamadığınız zaman sıkılıyorsunuz.




Gerçi benim burada çok çeşitli arkadaşlarım var.Tüm doğa,ağaçlar,börtü-böcekler,kediler-köpekler benim en iyi arkadaşlarım ve biz sevgi dili ile konuşuyoruz birbirimizle.Onların "benim dünyam"da ki yerleri çok farklı ve Tanrı'ya;bizi biraraya getirdiği için - bana böylesine güzel bir duygu verdiği için hep teşekkür ediyorum.İşte bu yüzden de "bazı"insanları anlayamıyor ve "kendi dünyam"dan mümkün olduğu kadar uzak tutmaya çalışıyorum.Böyle insanlar yüzünden buralara kadar geldim ama gördüm ki onlardan heryerde var.Büyükşehir-küçükşehir...hiç farketmiyor...


Burada, yaz-kış hizmet veren küçük bir otelde çalışıyorum... şimdilik.Otel, Erdek için de değil,Erdek'e giderken eski köy yolu üzerinde.Hernekadar,annem Erdek'te oturuyor olsa da ben otel'de kalıyorum çünkü kafamı dinlemek istiyorum.Bu herzaman mümkün olmuyor tabiiki ama buranın harika bir manzarası var ve şimdilik eve gitmeyi ve yeni sorunlar ile karşılaşmayı istemiyorum. Otel'in hemen arkasında,zeytin ağaçlarının arasında büyüklü-küçüklü köy evleri var.Ben orayı ve orada yaşayan köylü kadınları çok seviyorum.Bikere hepsi son derece güleryüzlü ve misafirperver...hepsinin al al yanakları var ve hepsi de kendi türlerinin dışında ki tüm canlılara saygı duyuyor.Nereden mi biliyorum ? Doğum yapan bir anne köpeği ve yavrularını koruma altına aldılar,oradan biliyorum...tabaklarından artan yemekleri poşete koyup ağızlarını sıkı sıkıya kapatmak yerine "bir hayvan doyar" diyerek her daim aynı yerde duran yoğurt kabından biliyorum...zengin-fakir ayırt etmeksizin,boş duran komşusunun evini kollayıp,bahçesinde ki çiçekleri sulamasından biliyorum...Biliyorum ve böyle insanların arasında mutlu oluyorum.






Ha bildiğim başka şeyler de var...Bazı insanların bilmediği...aslında bildiği ama anlamadığı/görmediği ya da anlayamadığı/göremediği başka şeyler de var benim bildiğim.İtiraf edeyim...İstanbul'da yaşarken,o yorucu şehrin temposundan dolayı bende anlamaz ve görmezdim çoğu zaman...ama şimdi anlıyor ve görüyorum.Güneş'in ne kadar güzel doğduğunu ve battığını,yağmur yağdığında toprağın ne kadar mutlu olduğunu,kuşların harika şarkılarını,yaprakların ve denizin sesinin muhteşemliğini...aslında YAŞAM 'ın ne denli güzel ve özel olduğunu biliyorum artık.Umarım geç kalmamışım dır...

Saygı

Şuraya güzeller güzelinin resmini koyayım da,sabah sabah etrafımda toplanan kirlilikten uzaklaşayım biraz.Hiçbirzaman anlamadım,anlamayacağımda...e be kardeşim senin canın bunalıma girmek istiyorsa ve sırf bunalıma girebilmek için ağlak şarkılar dinleyerek kendini kahretmek istiyorsan,ne hakkın var beni rahatsız etmeye ve güzel başlayan günümün içine etmeye...git evinde dinle,ya da tak kulaklığı dinle...iç,sız,ağla,tepin hatta olmadı at kendini ama ya saygı lütfen...
Ben en iyisi gidip biraz kedi-köpek seveyim yoksa sinirden klavye parçalanacak...